16 Mayıs 2011 Pazartesi

Karadeniz'in genel özellikleri

Karadeniz Bölgesinin Genel Özellikleri
Türkiye coğrafyasının kuzeyini nerdeyse tamamen kaplayan Karadeniz Bölgesi, adını komşu olduğu Karadeniz'den alır ve Sakarya ovası'nın doğusundan Gürcistan sınırına kadar uzanan coğrafi bölgedir.

Büyüklük bakımından Türkiye'deki bölgeler arasında 3. sırada yer alır. Türkiye'nin doğu-batı genişliği ve dolayısıyla da yerel saat farkı en fazla olan bölgesidir. Karadeniz Bölgesi kendi içinde, DOĞU,ORTA ve BATI KARADENİZ olmak üzere üc bölüme ayrılır.Genel özellikleri;

1. Yüzey şekilleri çok dağınıktır. Ovalık alanları azdır.
2. Dağlar kıyıya paralel olarak uzanır ve bunun sonucunda falezler (yalıyarlar) görülür. Kıta sahanlığı dardır.
3. Orman bakımından en zengin bölgedir.(%25)
4. En fazla yağış alan bölgemizdir.(Doğu Karadeniz ve Rize)
5. Yağışlara bağlı olarak en fazla kimyasal çözülmenin görüldüğü bölgedir.
6. Çay, fındık, mısır, keten-kenevir üretiminde birinci sıradadır.
7. Balıkçılığımızın %80’i bu bölgede yapılır.
8. Doğu Karadeniz kıyı kesiminde dağınık yerleşme yaygındır.
9. En fazla göç veren bölgedir.
10. Taşkömürü ve bakır üretiminde birinci sıradadır.
11. Tek doğal limanı Sinop’tur.
12. Akarsu rejiminin nispeten düzenli olduğu tek bölgedir.
13. Bölgede Çarşamba ve Bafra delta ovaları vardır.
14. Nem miktarı en fazla olan bölgedir. Bu yüzden yıllık sıcaklık farkı en az olan bölgedir.
15. Yıllık ortalama sıcaklık 14-15 °C’dir. En sıcak ay ortalaması 22-23°C’dir. En soğuk ay ortalaması ise 5-6 °C’dir.

Karadeniz insanı

KARADENİZ İNSANI;
  1. Karadeniz'e benzer insanı da.Güneşli havanın tadını çıkarırken bir anda yağan yağmuru gibi ve üzerini örterken bir şeyin pat diye güneşin açması gibi.Kahkahalarla gülerken bir anda sinirlenebilen sonra da gönlünü alabilen.
  2. Denizi gibi hoyrat,hırçın ama uzakta kalınca da özlenen insan.,
  3. Neyse odur,düşüncelerini çekinmeden söyeleyebilir.
  4. Hoşgörüsüzlüklere,yanlışlara tahammülsüzler,acımasızlardır.
  5. Pratik zekalı,esprili ve gönülleri bütün insanları alacak kadar geniştir.
  6. Atak,çalışkan ve üretkendir.
  7. Kendinden olana aşırı bağlılık duygusu vardır.
  8. Nereye giderse gitsin kendi kültürünü gittiği yere taşıyabilir.
  9. Sevimli,heyecanlı,sıcak kanlı,umut dolu ,sorun çözen bir karakterdir.
  10. Mücadele gücü yüksektir.
  11. Denize bağlılığı diğer insanlardan farklıdır,denizi av mekanı olarak değil dalgalarıyla sallanarak büyüdüğü bir beşik olarak kabul etmiştir.

Karadenizli Olmak

Karadenizli Olmak  

Karadenizli olmak çok da zor değil aslında
Karadeniz kadar sakin, sonra birden hırçın
Biraz coşkulu,
Biraz da delidolu olacaksın

Biraz şakacı olacaksın,
Gülmeden güldürebileceksin
Günlerce yağmur yağsa da
Güneşin yüzünü görmeye umudun,
Güneşin doğacağına olan sabrın olmalı

Güçlü olcaksın
Karadeniz kadını kadar çalışkan
ama vakur
Karadeniz erkeği kadar gözüpek
ve cesur olacaksın
Elin silah tutacak belki, ama savaşmak için değil
Bakışların keskin olmalı bir kere
Bıldırcın kadar çok,
atmaca kadar çevik...
Ve sevdiğinin elini tutmaya korkacak kadar da narin olmalı yüreğin
Denizi yar,
Yaylayı diyar bileceksin

Burnun belki uzun olabilir, tamam
Ama burnun havada olmasın sakın
Yoldan geçeni tanrı misafiri
Yolda kalanı can yoldaşın edeceksin

Fındık bahçesinin yolunu,
Çay toplamanın usulunu,
İnek sağmanın da kolayını öğreneceksin
Ağaca çıkmam,
Odun kesmem,
Mısır da yemem demeyeceksin


Pancarın tadına,
Sahilin rüzgarına,
Yaylanın da sisine doymayacaksın

Kemençeyle horon tepmeden
Tulumla aklın başından gitmeden
Sevdiğine de türkü yakmadan
Ben sevdim arkadaş demeyeceksin

Hemşin’de, Görele’de, Fatsa’da
Yayla düzünde, taka başında
Ce buraya bakayum,
Az gel daa, da

Karadenizli olmak çok da zor değil aslında
Biraz can,
Biraz insan...

Otantik Yöresellik


SU DEĞİRMENİ
     Tarihimize ve geçmişimize tanıklık eden en önemli değerlerden olan su değirmenleri bu gün yok olmak üzere. Rize ve çevresindeki illerde az sayıda çalışır durumda değirmenler mevcut.

    Osmanlı Devlet düzeninde Doğu Karadeniz bölgesinde bir yerin yerleşim yeri sayılabilmesi için o yerde bir cami, bir medrese birde değirmen olması gerekiyordu.
İnsanların günde üç öğün mısır ekmeği yedikleri zamanlardı bunlar büyüklerimizden dinlerdim biri hastaladığı zaman hastaneye ziyarete gidilince fırından alınan buğday ekmeği ile gidilirmiş hastadır yumuşak ekmek yesin diye.
    Her mahalle imece usulu ile kendi ortak değirmenini yapar, sonrada her hanenin haftada belli bir günü olur o gün o değirmen sadece o haneye ait olurdu. Değirmenlerin sadece bir anahtarı olur o gün sırası gelen son kullanandan anahtarı alırdı.

    Yaklaşık 150-200 yıllık olan bu değirmenler çarklarıda dahil tamamen ahşap olarak yapılırdı, ahşabın çürümeye elverişli olmasından dolayı sonradan briket taşı ile örülmüştür değirmenler çarklarıda demirden yapılmıştır.Çarklarının çapı 80 cm ve suyun toplandığı arkın boyu 8 metreyi bulur suyun çarka çarpması ve çarkın yatay olarak dönmesi ile çalışırdı.
Mısır ekiminin yerini başka ürünler alınca değirmenlerin sayısı azaldı.

15 Mayıs 2011 Pazar

Otantik Yöresellik

EL DEĞİRMENİ
Yuvarlak iki taşı mevcut olup alttaki taş sabit üstteki taş çevrilerek çorbalık öğütülür. Dış kısmına ahşap koruma geçirilir.Karadeniz kadınları bu değirmende özellikle mısırı öğütüp mısır unu elde ederlerdi

          SOFRA VE KÜLEK                                                                                                                    

Külek buzdolabının olmadığı dönemde gıda maddelerini korumak için kullanılırdı.Eskiden süt.yoğurt,tereyağ gibi ürünler külekte korunurdu.Tamamen ağaçtan yapılır.Ömrü uzun olduğu içinde söğüt ve ceviz ağacı tercih edilirdi.

Otantik Yöresellik

SERENDİ

Serendi / serender, daha başka isimleriyle seren, serende,serenti, serenter, serentir, serentire; çoğunlukla Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde insan ve hayvan yiyeceklerinin korunması, depolanması için tamamen ahşaptan yapılan ilgi çekici bir mimarlık biçimidir.
  





 Orta ve Doğu Karadeniz bölgesine özgü bir yapı olan serender / serendiler, bu mimarlık tarzının biraz daha düzenlenmiş biçiminden başka bir şey değildir. Ağaçların kalın tahtalar biçimine getirilerek üst üste dizilmesi esasına dayanan serender / serendilerin mimarî kaynağı da Altay'daki anıta, Sibirya ve Uygur Türkleri mimarîsine dayanıyor olmalıdır.

Otantik Yöresellik

    Karadeniz insanı farklı işlevler için farklı farklı sepet türleri geliştirmiştir.Genel olarak sırta alma, kola takma ve yere koyma amaçlarına hizmet ederler. Örneğin, ekmek selesi, arka sepeti, üç dipli sepet, fındık sepeti, çay sepeti gibi türleri mevcuttur.
       Karadeniz bölgesi orman bakımından zengin sayılmaktadır. Bu yüzden beşikler mutlaka ağaçtan imal edilmektedir. Ağaç olarak çoğunlukla ceviz kullanılmaktadır. Ancak kestane, kızılağaç, kayın,ağacından da beşik yapılmaktadır.Fakat teknolojinin ilerlemesiyle birlikte ahşap beşik sadece çocukların oynayacağı ,hediyelik olarak kullanılmaktadır.
   

Otantik Yöresellik

Karadeniz kültüründe mutfak eşyaları genellikle bakırdandır. Bu anlamda en başta gelen ürün “bakır kazan”lardır. Bunu bakır tencere, bakır tava, bakraç, tabak vb. takip etmektedir.
    Bölgeye özgü karakteristik formlara sahip olan üstten saplı ocak kazanları, bakraçlar, ibrikler, güğümler, süt tasları, hoşaf tasları, hamur leğenleri, kapaklı hamsi tavaları, maşrapalar, kapaklı sahanlar, tencereler ve mangallar vardır.
                              BAKIR İBRİK                                                      BAKIR MANGAL

Otantik Yöresellik



GAZ LAMBASI
FIRIN

14 Mayıs 2011 Cumartesi

TULUM

TULUM
    Tulum Anadolu'nun kuzeydoğusunda Karadenizin güzel kentleri Rize,Artvin illerinde kullanılan nefesli bir halk çalgısının adıdır.Deri kısmı, Nav ve Ağızlık olmak üzere üç kısımdan oluşmaktadır. Deri kısmına hava depolanır ve koltuk altından bastırılarak Nav kısmına hava gitmesi sağlanır. Nav kısmı ise Melodi Çalınan kısmıdır. Analık ve Dillik adı verilen iki kısımdan oluşmaktadır. Ağızlık kısmı ise tulumun deri kısmına hava göndermeye yarayan bölümdür.
    Tüyleri tezimlenmiş çebiç adı verilen oğlak derisinden delik yerleri bağlanıp, gövd bölümü elde edilir ön ayaklardan birine lülük, arka ayaklarından birine de nav takılarak yapılmaktadır Geleneksel olarak boynuzdan yapılan navlar günümüzde ahşaptır ve içine yöresine göre zimbon (Trabzon), çimon/çibu (Rize)adı verilen kamıştan yapılan komalı-pentatoniksipsi yerleştirilmektedir. Lülükten dudula adlı ağızlıktan üflenerek şişirilen enstrumanda sıkışan hava nav içinde bulunan zimbona gelir ve bırada parmaklar sayesinde istenilen ses elde edilir.

DUDULA (AĞIZLIK)
   Tulumu şişirmek için kullanılan dudula; yuvarlak bir ağacın içi delinerek yapılır ve hava geriye kaçmasın diye iç tarafına naylon`dan bir kapak yapılıp raptiye ile tutturularak havanın geri gelmesi önlenir.

Tulumun Govdesi

   Tulumun gövdesi genellikle keçi derisinden yapılır. Keçinin özellikle bir yaşında olmasına dikkat edilir. Çünkü bir yaşından küçük olan keçilerin derisi yumuşak (taze) olduğundan çabuk deforme olur. Keçi kesildikten sonra derisi çok dikkatli bir şekilde delinmeden tulum olarak çıkartılır. Suyla karışık ateş külünde 2-3 gün bekletildikten sonra tüylerin dökülmesi sağlanır ve tabaklama işlemi yapıldıktan sonra baş tarafı ve arka kısmı içeri gelecek şekilde tersten sıkıca bağlanır. Ön ayaklarının birine dudula bağlanarak şişirilip asılır. Kuruduktan sonra sürekli yumuşak kalması için badem yağı yada gliserin sürülür. (yağ ile bakım yapılmadığı süreçte deri kuruyup çatlar ve hava kaçırır bu yüzden tulum özelliğini yitirir) Tulumun cephesinin güzel görünmesi için üzerine değişik renk ve desenlerle kılıf yapılır.
NAV (SES VEREN KISIM)

   Tulumun en önemli kısımı nav`dır. Nav özellikle şimşir ağacından yapılır. Yaklaşık 40 derece eğri şimşir ağacının içini düzgün bir şekilde oyduktan sonra analıklar dediğimiz delikli 10mm çapında boruları ve kamıştan özel olarak yapılan çibun dediğimiz sipsi`leri özenle ve düzgün şekilde nav`a yerleştirilir. Burada önemli olan iki adet sipsininde aynı sesi vermesidir. Analıklarda 6mm delinmiş 5 adet çift sıra delik vardır ve yanyana olan bu deliklerden çıkan seslerin aynı ayarda olması şarttır aksi taktirde ses bozuk çıkar. Sesler ayarlandıktan sonra nav`ı tulumumuzun diğer koluna bağlıyoruz ve tulumumuzu şişiriyoruz. Hava taziğinden doğan güçle sipsilere gelen baskı sesin çıkmasına yol açar parmak vuruşları ile ses notalara dönüşür

HORON

      Artvin horonları, Rize ve Trabzon gibi sahil kesiminde oynanan horonlara göre daha değişik bir yapıdadır. Sahilde oynanan horonlarda, çok hızlı omuz silkme ve ayak sallama figürleri karakteristik iken, Artvin horonlarında hareketler daha çok tüm vücudun hareketi, ayakların sertçe yere basması vb. biçimindedir.Yine sahil horonlarında çalgı kemençe iken, Artvin’de tulum ve akordeon dur.
      Koşmasız horonlar, Artvin’in esas sazı olan “tulum zurna”nın refakati ile icra edilirler. Tulum zurnanın her raksa aid olarak mütemadiyen tekrarlandığı kısa motifleri icra eden sazcının, melodinin ritmine göre ayağını vurması âdettir. Bu oyunların birçok nev’ileri vardır: “Deli horonu”, Sâlyabasa, Titreme oyunu, “Kabak havası” bu cümledendir. Bunlara âid olarak kısa motifleri sazcı icra ederken, oyuncuların teşkil ettiği halkanın ortasında bulunur. Oyuncuların yarım daire halinde raks etmeleri de vakidir.
      Doğu Karadeniz'in kapısı konumunda bulunan Ordu'da oynanan Gürcü horonu,mısıroğlu horonu,milli  horon,Boztepe horonu,kol horonu,melet horonu,Perşembe horonu,nalcı horonu,iskilip horonu,eşkiya horonu da Karadeniz Bölgesinde oynanan horon türlerine örnektir.
      Çamlıhemşin’den horon çeşitleri: Rize, Hemşin, Yüksek Hemşin, Papilat, Memetina, Bakos, Çarişka, Aleka, Sırtlı, Mahmutoğlu, Gant, Hevrek, Hanlakıt, Yali, Çano.

HORON

HORON ÇEŞİTLERİ

    1. Düz Horon: Davul, zurna, kaval ya da kemence ile oynanır. Genellikle kadınların oynadığı bir çeşit horon olmakla birlikte horon kurmada sıksara horonuna geçmeden önce erkeklerce de oynanır.
     2. Akçaabat Sallaması: Asıl çalgısı davul zurnadır. Bununla birlikte kemence ve kavalla da oynanır. Genellikle sıksara horonun dan önce davul zurnanın çaldığı ağır bir hava ile başlar. Kol ve bacaklardaki dalgalı hareketler vücutları iyice yaylandırılarak çökme, kalkma, gösterilerinden sonra horon hızlanır. Asıl horona sıksara'ya geçerler.
     3. Sıksara Horonu: Yörenin en ilginç horonudur. Davul zurna ve kavalla oynanabilirse de gerçek çalgısı kemençedir. Dünya oyunlarında görülmeyen bir canlılık ve kıvraklıkla oynanır. Bu oyuna güzelliğinden sanat yönünün üstünlüğünden ötürü "Köşklere, saraylara özgü; kral, imparator padişahların beğendiği oyun" anlamına, "Sıksaray" horonu denilmiştir. Sözcük giderek "Sıksara" biçimini almıştır.
     Doğu Karadeniz bölgesinin iklim ve doğal koşullarıyla inişli yokuşlu dar bir toprak parçası üzerindeki Karadeniz halkının yaşama savaşını ve yapısındaki çevikliği yansıtır.
     4. Bıçak Horonu: Sıksara, ritim ve temposu ile iki kişi tarafından oynanır. Horonda coşup aşka gelen iki gencin, bıçaklarını çekip, horonun ritim ve temposuna uyarak karşılıklı bıçak düellosu yaptıkları bu horon ile birbirine düşman iki Karadenizlinin yüz yüze gelerek mertçe, erkekçe çarpışmalarını gösterir. Bu horonda oyuncuların gerçek bıçaklar ellerinde olarak birbirlerine karşı gösterdikleri bıçak atışları ile takındıkları durum seyirciler üzerinde büyük bir zevk ve heyecan yaratır.
    5. Kızlar Horonu: Bu horon kadınlar tarafından oynanan erkeklerin de horon kurarken başvurdukları düz horondan ibarettir. Daha çok kemence ile oynanır. Tekdüze ve basit bir oyun olmakla birlikte, karşılıklı türküler söylenerek oynandığı İçin kadınların sevdiği bir horondur. Bölgenin hemen hemen her köyünde düğünlerde kadınlarca oynanan bir oyundur.

HORON

HORON
     Horon Doğu Karadeniz Bölgesinde oynanılan geleneksel halk danslarından biridir.Ordu,Giresun.Rize,Trabzon ve yer yer olmak üzere Gümüşhane ve Bayburt'ta oynanan  çevik oyundur.
     Türkler Doğu Karadeniz bölgesine yerleştiklerinde yabancı olmadıkları bir doğa parçasıyla karşılaşırlar. Yöre çok engebeli, sarp, dik ve dağlıktır. Öte yandan bölgeyi kuzey yönünde baştan başa kuşatan, sürekli dalgalı ve hırçın bir deniz vardır. Bu acımasız özellikleri içeren bir doğa üzerinde mücadele veren insanların tipik, yöreye özgü Folkloru ve Halk Oyunları da böylece oluşur.
      Karadeniz bölgesi nde Samsun sınırından Gürcistan sınırına kadar olan bölgede, düğün, nişan, asker uğurlama , yayla şenlikleri gibi toplu eğlencelerde kaval Of, Sürmene,Mesudiye,Aybastı, Hopa Kemalpaşa,klarnet(Ordu yöresindeki adıyla gırnata)Ordumerkez),Perşembe,Ulubey,Gülyalı,Fatsa,Ünye) ,kemençe ,(Ordu, Giresun,Trabzon, Rize,Artvin) ,akordeon (Borçka,Şavşat) ya da tulum ([Rize, Artvin(hopa,arhavi,Borçka,Şavşat ) eşliğinde, yalnız erkekler (erkek horonu), yalnız kızlar/kadınlar (kız horonu) ya da kız-erkek karışık (karma horon) olarak; türkü eşliğinde (sözlü horon) ya da sadece çalgı eşliğinde; düz çizgi, yarım daire ya da halka yapısı formunda; hızlı ve çevik hareketlerle oynanmaktadı.

   
   Horon, Karadenizin soluk alışı, yürek atışı, dalgalanışıdır.
   Horon, doğa ile insanın elele, kol kola şahlanışıdır.
   İneğiyle, çadırıyla, çoluğu-çocuğuyla, silahıyla, giysisiyle dağlara çıkması, yol boyunca yol havalarının kemençe ve davul-zurna eşliğinde çalınıp söylenmesi, horon oynaya oynaya yolların bitirilmesi ve yayla düzüne silah atarak, nara atarak ve tabi ki horon oynayarak (sallama ritminde) kollar halinde girmeleri, halka içinde saatlerce horon oynamaları bahara olan özlemin coşkuya dönüşmesi, dile gelmesidir.

Horonlar Üç Bölümden Oluşur
1. DÜZ HORON BÖLÜMÜ:
Horon oynanmaya başlarken ağır tempoda oynanır. Bundan ötürü oyunun bu bölümüne ”ağır horon bölümü” de denir. Oyun halkası saat ibresinin tersi yönünde döner. Söylenen türkülere ellerle tempo tutulur. Müzik ne kadar yüksek tempolu çalınırsa, oyuncular da o kadar kıvrak ve hareketli olurlar. Ritim arttıkça vücut dikleşir, kollar yukarıya kalkar. Gelen komutla ”yenlik yenlik” ”alaşağı” ya da ”ufak ufak” diğer oyuncular da uyarılarak doğrudan sert bölüme geçildiği gibi yenlike bölüme de geçilir.
2. YENLİK BÖLÜMÜ:
Kollar aşağıya iner, dizler kırık ve bel kısmı dizlerin açısında öne doğru eğiktir. Kol çıkarmalar ve omuz sallamalar bu bölümde ön plandadır. Adımlar geriye, yana ve öne basarak belli alan içinde gezinilir. Vücudun yapmış olduğu çalımlar yumuşak ve hafiftir. Oyunun ritmi düz horon bölümüne oranla biraz daha hızlıdır. Komutçudan gelen ”alaşağa”, ”aloğlum”, ”kimola”, ”taktum”, ”yıkoğlum” veya ”ıslık” şeklinde gelen komutla sert bölüme geçilir.
3. SERT BÖLÜMÜ:
Diğer bölümlere nazaran hareketler daha sert ve canlıdır. Omuz sallamalar daha seri, ayaklar yere daha sert basar. Oyunun en gösterişli, temposunun oldukça yüksek olduğu ve oyuncuların tüm yeteneklerini ortaya koyduğu bir bölümdür. Oyuna devam edilecekse tekrar düz horon bölümüne geçilir.

 

Kemençe ve Horon

KEMENÇE
  Horon ve şenliklerde kemençe çoğunlukla ayakta çalınır ve çalarken kemençenin baş kısmı sol elin üst kısmına asılır. Bu çalış stilinde kemençeyi taşırken avuç içinin alt kısmından başka herhangi bir destek bulunmaz. Kemençenin sapı avuç içine tamamen oturmalıdır. Aksi taktirde uzun süreli çalmalarda el yorulur.

   Oturarak çalmada ise avuç içi ile birlikte dizler de destek almada kullanılır. Daha az yorucu bir çalış stili olmasına rağmen, horon ve şenliklerde bu şekilde çalınmaz. Bunun sebebi horonu coşturanın bizzat kemençeyi çalanın olmasıdır.  Kemençeci horon halkası içinde oyuncularla birlikte döner. Öte yandan horonun ritimi de kemençecinin oturmasına engeldir ve oturuyor olsa bile kendini kalkmak zorunda hisseder.

  Klasik Karadeniz kemençesinde üç tel bulunur.  Doğru akort edilmiş bir kemençede teller arasında dört ses bulunur ve ince telden kalın tele doğru genellikle RE,LA,Mİ sesleri alınmaya çalışılır.
   Kemençe yapımında genellikle kullanılan ardıç ve erik ağaçları kemençenin sınıflandırılmasında bu ağaçların adları kemençeyi niteleyen bir sıfat olarak kullanılmaktadır.Erik kemençe,Ardıç kemençe vb gibi...
ERİK KEMENÇE
AKÇAAĞAÇ KEMENÇE

KOYU ARDIÇ KEMENÇE
   Kemençe severler bazen sade ve gösterişsiz kemençeleri tercih ederken, bazende süsleme sanatı kemençe imalatı ile birleştirerek imal edilmiş baş,sap,yay,klavye,eşikleri veya gövdesi  değişik nakışlarla  bezenmiş kemençeleri tercih etmektedirler.



ARDIÇ SÜSLEMELİ KEMENÇE



Kemençe ve Horon

KEMENÇE
    Kemençe; kökeni itibariyle “küçük keman, Kumanlara ait çalgı aleti,
kopuzun bir türevi” gibi değerlendirmelerin ötesinde, bugün tüm Karadeniz
Bölgesi’nin yerli müzik enstrümanı olarak dikkati çekmektedir. Kemençe,
yöre halkının müziğine, oyununa, sevincine, hüznüne; kısacası hayatının her
safhasına anlam ve çeşni katan işlevsel bir kültür aracı olarak kabul
edilmektedir.
   Karadeniz yöresinde kemençe enstrümanını kullanan kimseye
kemençeci denilmektedir. Kemençeli âşık ise; kemençe çalmakla birlikte,
irticalen şiir söyleme (türkü atma) yeteneğine sahip kişilere verilen addır. Âşık
tarzı  şiirin en önemli özelliği olan “gelenekle ferdî yaratıcılığı bir arada
bağdaştırabilme” yetisi kemençeli âşıklarda çok belirgin olarak öne
çıkmaktadır.

   Karadeniz yöresinde kemençe aletini kullanan ve sanatını bu yönde icra
eden kişilere umumiyetle kemençeci adı verilmektedir. Kemençeli âşık ise,
kemençe çalmakla birlikte, irticalen şiir söyleme (türkü atma - türkü söyleme)
yeteneğine sahip olan ve sazı söze koşan sanatçı tipidir. Bu tür sanatçılara, yörede
genellikle kemençe üstadı denilmektedir. Bir de kemençe çalmamakla birlikte,
başkası tarafından çalınan kemençeye türküleriyle eşlik eden ve atma türkü
söyleyen kişiler vardır ki; bunların da yöredeki adı okuyucu/türkücüdür. Halk
şiirimiz içerisinde bu konuda daha önce ciddi bir adlandırmaya gidilmediğinden
bahse konu olan kavramların öncelikle terminolojisinin oluşturulması gereği vardır.
   Karadeniz kemençesi artık bu bölgenin milli bir enstrümanı olmuş ve yöre
halkının ayrılmaz bir parçası vazgeçilmez bir tutkusu haline dönüşştür.
Karadeniz insanı sevincini, hüznünü, meramını onunla ifade eder ve onun telinden
dinler olmuştur. Bu müzik aleti Karadeniz bölgesinde daha çok Giresun’un
Eynesil, Görele; Trabzon’un Beşikdüzü, Şalpazarı ve Maçka; kısmen de Rize’nin
bazı ilçelerinde yaygınlık göstermektedir

13 Mayıs 2011 Cuma

Karadeniz yayla kültürü

YAYLA EVLERİ
     Köy evlerinin küçük bir modeli şeklinde tasarlanmışlardır. Yapı malzemesi ahşap ve taştır. Örtüde, iç kısımlarda kalan ve ormanı az olan yaylalarda toprak, diğer kısımlarda ahşap (hartama-bedevra) kullanılır. Son yıllarda orman varlığının tükenmesi sonucu ahşap malzeme yerini biriket, tuğla ve saca bırakmıştır.

     Yayla evleri, köy evleri gibi iki katlıdır. Zemin katın yarısına ahır yerleştirilmiştir ve duvarları taştır. I. kat tamamen yaşama alanı olarak değerlendirilmiştir. Trabzon'un doğusunda ve batısındaki yayla evlerinin bölümlerinde farklılık görülür.

    Akçaabat, Vakfıkebir ve Tonya yaylalarında evin aşhanasına iki yandan iki kapı açılır. Bu kısmın zemini toprak olup ortasında ocak bulunur. Ocak yanında ihtiyarların yatmasına yarayan sedir-peyke yer alır. Aşhanada yemek pişirilir, iş yapılır ve oturulur. Aşhananın bir köşesinde kap kacak koyulan bir dolap, raf ve suluk bulunur. Aşhanadan bir kapı kapak ile ahıra inilir. Aşhana ile kiler arasında ahşap bir seki olan tahta üstü bulunur. Kilerde gençler, gelinler kalır, süt, peynir burada saklanır.

     Her yayla evinin belirli, çevrili bir çayırı vardır. Bu çayırın ev eyakın olan bir yerinde küçük bir bahçe yapılır. Burada lahana, soğan gibi sebzeler üretilir. Koyun sürüsü olan evlerin ağılı da evin yakınlarında kurulur. İnekler ve koyunlar obanın dışında yaylımlarda otlarlar.

     Yaylalarda halkın ihtiyaçlarını karşılayabileceği birkaç dükkan kahvehane, fırm, han, cami gibi yapılar bulunur. Büyük obalarda cuma günleri pazarlar kurulur. Çevre obalardan gelen halk burada alış veriş yaparlar, buna yayla haftası denir.





Karadeniz yayla kültürü

YAYLA YOLCULUĞU
     Bölgedeki köyler, dağlardan denize doğru inen akarsuların vadileri üzerinde kurulmuşlardır. Köylerde bulundukları coğrafi mevkiye göre çay, fındık, mısır tarımı ve hayvancılık yapılır. Kış ayları, köylerde dinlenilerek mevsimlik işler ve el sanatlarıyaparak geçirilir. İlkbahar gelince mart ve nisan aylarında tarlalar bellenir, Mayısta ekinler ekilir. Mezrası olan aileler buradaki evlerine göç ederek bir ay kadar otururlar. Özellikle sürüler mezraya göçürülür. Haziran başından Eylül sonlarına kadar yaylaya göç edilir. Yayla dönüşü 1-2 ay yine mezrada (güzlekte) oturulur. Kar yağıp havalar iyice soğuyınca köye inilir.

   Yaylalar kışın tamamen ıssızdır. İlkbaharda karlar erimeye başlayınca erkekler yaylaya gidip evlerini kontrol ederler. Evierin kardan, rüzğardan bozulan, kırılan yerlerini, tamir ederler, çayırların çapalarını (çitlerini) düzeltirler. Köylerde de yayla hazırlıklarına başlanır. Yaylaya götürülecek eşyalar satın alınır. İneklerin çırnakları (çanları) elden geçirilir, puruncaları (ineklere takılan püsküllü boncuklu başlık) dikilip boyatılır. Göç günü, köylülerce ortaklaşa belirlenir. Çünkü yaylanın taze otları birlikte otlatılacaktır. Genellikle ekinler ekilmişse ve havalar uygunsa, haziranın ilk haftasında yaylaya göç edilir.

    Evden önce besmele ile evin büyüğü veya ananın ilki olan erkek çocuk çıkar. Yükler katır ve eşeklere yüklenir, büyükler de sırtlarına denkler ve sepetlerle bazı eşyaları alırlar. Bütün göçler köyün çıkışında birleşerek yola girilir.

                                           Yaylaya gideceğim
                                            Yollara kona kona
                                          Gelir bulursun beni
                                           Evimi sora sora
 Göç sırasında çalgıcılar yaylacılara eşlik eder. Dinlenmeler sırasında kemençe, davul, zurna, eşliğinde horon tepilir, türküler söylenir; yaylası uzak köyler belirli obalarda veya mezralarda konaklar. Bu sırada geceleri yine eğlenceler düzenlenir. Trabzon Şalpazarı'nda hala birçok köy, yaylalara böyle topluca, büyük şenliklerle göçmektedir.

Yaylalar yemyeşil, türlü çiçeklerle bezeli, kelebekierin uçuştuğu çayırlara, cana cankatan soğuk sulara, türlü ağaçlar, meşeler, çamlarla donanmış ormanlara sahiptir. Ormanlarda otlaklarda kuş sesleri, çan sesleri, köyun kuzu meleyişleri insanı gerçcekten etkiler. Günün her saati yayla bir başka tarif edilmez güzelliktedir. Bölge halkı yüzlerce türkü ile bu güzellikleri ifadeye çalışmiştir.


Karadeniz yayla kültürü

KARADENİZ YAYLA KÜLTÜRÜ
Özellikle Mayıs ayında Doğu Karadeniz'deki köylerde ve deniz seviyesine yakın bölgelerdeki alanlarda, otlak olmasına rağmen sıcak hava yüzünden otlamayan koyunlar, hayvancıları otun daha az ama sıcaklığın koyun ve ineklerin beslenmesine daha uygun olduğu dağlardaki yaylalara göç etmeye zorluyor. Bu nedenle hayvancılıkla uğraşan insanlar, artık yaylalara çıkmak için hastalıklara karşı koyunlarını ve ineklerini aşılamaya, süslemeye ve yayladaki yaşamlarında kendilerine, hayvanlarına gerekli yiyecekleri hazırlamaya başladı.

     Yayladaki keliflerinde (yayla evi) kendilerine gerekli olan eşyayı da hazırlamaya başlayan hayvancılar, bu ay sonuna doğru, koyun, inek ve keçilerini yanlarına alarak, rakımı az olan alanlardan dağların zirvesine doğru yola koyulacak. 
Anadolu'nun her yöresinde farklı bir anlam ifade eden yaylalara göç, Doğu Karadeniz'de bir başka anlam buluyor. Çünkü bu bölgede hayvan besleyenler koyun, kuzu, keçi ve ineklerini alarak fındık ve çay bahçeleri ile süslü, rakımı az ancak sıcaklığı fazla olan köylerinden ayrılıp sıcaklığı az ama hayvanların otlamasına daha uygun olan yaylalara göç etmek için uzun bir yolculuğu çıkacak.
100 KİLOMETREYİ BULAN YAYA YOLCULUK

     Doğu Karadeniz'de sahile yakın köylerden, Zigana Dağı çevresine ya da bölgedeki diğer dağlardaki yaylalara yapılan yolculuk, zaman zaman 100 kilometreyi buluyor. Büyükbaş hayvan besleyenlerin genellikle hayvanlarını da koydukları kamyonlarla yaptığı bu yolculuk, küçükbaş hayvan besleyenler tarafından yaya olarak gerçekleştiriliyor.

     Koyun ve kuzularıyla köyden yaylalara kadar yürüyen çobanlar, ladin başta olmak üzere değişik çam ağaçlarıyla kaplı, yeşilin her tonuyla kaplı ormanların içinden, bazen geyik ve karacaların ürkek bakışları arasından, bazen de ayı, çakal, kurt ve tilkilerden koyunlarını sakınarak, gürül gürül akan derelerden yaylalara doğru çıkacak.

     ''AH GENE GELDİ YAZ BAŞLARI, ERİR DAĞLARIN KARLARI'' 


     Yaz başı denen bu dönemde Doğu Karadeniz'deki yaylalara çıkmaya hazırlanan vatandaşlar, yaylada hayvanlarına saldırma ihtimali bulunan kurt ve ayı tehlikesine rağmen, koyun ve ineklerinin otlaklara kavuşmasının da etkisiyle ''Ah yine geldi yaz başları, erir dağların karları, hastalara şifadır Trabzon yaylaları'' türküsünü mırıldanıyor.

     Aslında oksijenin bol alması, kent yaşantısının stresinin bulunmaması ve yemyeşil çimenlerde çocukların kuzular gibi oynamasına imkan sağlaması açısından başlı başına bir moral, sağlık kaynağı ve hastalar için şifa olan yaylalara göç etme geleneği Türk tarihinin vazgeçilmez bir unsuru.

12 Mayıs 2011 Perşembe

Karadeniz yayla kültürü

YAYLA YOLCULUĞU
Yaylalar kışın tamamen ıssızdır. İlkbaharda karlar erimeye başlayınca erkekler yaylaya gidip evlerini kontrol ederler. Evlerin kardan, rüzgardan bozulan, kırılan yerlerini, tamir ederler, çayırların çapalarını (çitlerini) düzeltirler. Köylerde de yayla hazırlıklarına başlanır. Yaylaya götürülecek eşyalar satın alınır. İneklerin çırnakları (çanları) elden geçirilir, puruncaları (ineklere takılan püsküllü boncuklu başlık) dikilip boyatılır. Göç günü, köylülerce ortaklaşa belirlenir. Çünkü yaylanın taze otları birlikte otlatılacaktır. Genellikle ekinler ekilmişse ve havalar uygunsa, haziranın ilk haftasında yaylaya göç edilir.

Evden önce besmele ile evin büyüğü veya ananın ilki olan erkek çocuk çıkar. Yükler katır ve eşeklere yüklenir, büyükler de sırtlarına denkler ve sepetlerle bazı eşyaları alırlar. Bütün göçler köyün çıkışında birleşerek yola girilir.Yaylalar yemyeşil, türlü çiçeklerle bezeli, kelebeklerin uçuştuğu çayırlara, cana cankatan soğuk sulara, türlü ağaçlar, meşeler, çamlarla donanmış ormanlara sahiptir. Ormanlarda otlaklarda kuş sesleri, çan sesleri, köyun kuzu meleyişleri insanı gerçcekten etkiler. Günün her saati yayla bir başka tarif edilmez güzelliktedir. Bölge halkı yüzlerce türkü ile bu güzellikleri ifadeye çalışmiştir.


Yaylaya gideceğim
Yollara kona kona
Gelir bulursun beni
Evimi sora sora

Göç sırasında çalgıcılar yaylacılara eşlik eder. Dinlenmeler sırasında kemençe, davul, zurna, eşliğinde horon tepilir, türküler söylenir; yaylası uzak köyler belirli obalarda veya mezralarda konaklar. Bu sırada geceleri yine eğlenceler düzenlenir
YAYLA ŞENLİKLERİ

   Şehir yaşantısından uzaklaşıp stres atmak ve dostlarıyla hasret gidermek isteyen Karadeniz insanı, eylül ayına kadar sürecek yayla şenliklerini iple çekiyor. Yöre halkı, özellikle de gurbetteki Karadenizlilerin dostlarıyla hasret giderdiği 100'ü aşkın yayla şenliği hem geleneklerin yaşatılmasını hem de dayanışmayı sağlıyor. 

    Mayıs ayının ilk haftasıyla başlayan Doğu Karadeniz yöresi yayla şenlikleri, eylül ayı başına kadar devam ediyor. Yıllardır gelenekselleşmiş tarihlerde yapılan yayla şenliklerinde yoğunluk, cumartesi ve pazar günleri yaşanıyor. Şenliklerin büyük bölümünün geleneksel tarihi, ay içerisindeki hafta sonlarına denk getiriliyor.Yalnızca yöre insanının değil, yurt içi ve yurt dışından çok sayıda kişinin de katıldığı katıldığı yayla şenlikleri, halkoyununa ilgi duyanları ve fotoğraf sanatçılarının da ilgisini çekiyor. Şenliklerde hiç susmayan davul, zurna ya da kemençe sesi eşliğinde büyük horon halkaları kuran vatandaşlar, eğlenmenin yanı sıra birlikteliğin de tadına varıyor. Yayla güzelliklerini ve eşsiz manzarasını insan ile buluşturmayı amaçlayan fotoğraf sanatçıları ise en renkli ve canlı görsel ögeleri bu şenliklerde rahatlıkla yakalayabiliyor.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Karadeniz türküleri

                                                       HAYDE
Hayde gidelum hayde
Dağa k'arayemişa
Elun nişanlisina
Ben nasil deyim hayde

Çiktum çami budadum
Endurdum yarisina
Boyle sevdami olur
Girsun yerun dibina

K'izilağaç fidani
Tepeden budanur mi
İnsan sevduği yardan
Bu k'adar utanur mi

Endum dere duzina
Aşlamayi aşladum
Sevdaluk eyi şeydur
Ben da yeni başladum

GELEVERA DERESİ
Koyverdun gittun beni Allah'undan bulasun
Kimse almasun seni yine bana kalasun
Sevduğum senun aşkın ciğerlerumi dağlar
Hiç mi duşunmedun sen sevduğun boyle ağlar

Gelevera deresi iki dağun arasi
Yuzunden silinmesun piçağumun yarasi
Sevduğum senun aşkın ciğerlerumi dağlar
Hiç mi duşunmedun sen sevduğun boyle ağlar



7 Mayıs 2011 Cumartesi

Karadeniz türküleri

OY BENİM SEVDUCEĞİM
Oy benim sevduceğum
Olur mu böyle keder
Of Sürmene yaylası
On beş doktora bedel

Trabzon’nun feneri oy
İki defa döneyi
Geldi Ordi vapuri
İstanbul’a gideyi

Arakli’den Yomra’dan
Gel gidelum Pazar’a
Ben Pazar’da duramam
Beni Rize’de ara
İstanbullarda ara
Trabzon büyük şeher
Doyamadum tadına
Uzaktan sevmek olmaz
Gel yakına yakına




O VAY BENİ AĞLARUM

O vay beni ağlarum
Ağlarum yana yana
Derdimi diyeceğum
Hiç derdi olmiyana
Ah gidi Karadeniz
Sularun ne kadardir
Senin de benim gibi
Yureğun mi yaradir
Gemiler yanaşmaz mi
Sandallar dolaşmaz mi
Sil gözunun yaşini
Ayrılan kavuşmaz mi